Image Image Image Image Image Image Image Image Image

Hakkında Söylenenler

Asım Orhan Barut

Hikmet Barutçugil’in, amcası Asım Orhan Barut’a ithaf ettiği "Simetri" adlı eserinden...

Hikmet Barutçugil’in, amcası Prof. Dr. Asım Orhan Barut’a ithaf ettiği "Simetri" adlı eseri
Asım Orhan Barut, babamın küçük kardeşidir. Kendisi ile ilk karşılaşmamız 1952 yılının Haziran ayında, ben altı aylık bebek iken olmuş. Bana ilk yemeğimi o yedirmiş. Annemin ifadesine göre, zeytinyağlı dolmayı onun elinden yemişim. Son karşılaşmamız ise vefatından sadece birkaç dakika önce oldu. Bu arada geçen kırk iki yılda nadir denecek kadar az görüştük. Fakat amcama kendimi hep çok yakın hissettirilerek büyütüldüm. On yaşındayken kaybettiğimiz babaannemin ağzından kendi adımı hiç duymadım. Bana hep ‘Asım’ derdi. 1944 yılında Avrupa’da burslu okumak için girdiği imtihanı kazanıp İsviçre’ye gittiğinden beri evlat hasreti çeken babaannem, vefatından bir gün önce, kısmen şuurunu kaybetmiş halde, Asım amcamın ismini sayıklarken; “Asım geldi” diyerek beni kucağına verdiler, ağlayarak öptü sevdi göğsünde. Aradan çok uzun yıllar geçti. Amcam, 26 yaşındaki oğlu Turan’ı Alaska’da bir dağa tırmanırken, çığ altında kalmasıyla kaybetti. Bu olaydan sonra ıstanbul’a geldiğinde “Anamın benim için nasıl yandığını şimdi anladım” dediğinde bu anı ürperti ile tekrar yaşadım…
Babaannem, amcamın çocukluğunda, gençliğinde yaptıklarını hep anlatırdı. Babaannem amcama hamile iken Erzurumlu bir bilge kişinin evlerine gelerek dedemi ziyaret ettiğini, bir erkek çocuklarının olacağını, alim biri olacağı için adını Asım koymalarını söylemiş. Henüz iki buçuk yaşında iken dedem onu bir teravih namazına götürmüş. Cami dönüşünde amcam babaanneme “bak imam ne dedi” diyerek Fatiha Sûresini eksiksiz okumuş. Lise yıllarındaki başarılı öğrenciliği dillere destan olan amcam evde pek fazla ders çalışmazmış. Bir mum ışığının etrafına toplanan kardeşlerinin derslerine yardım eder, onları güldürerek eğitirmiş.
Ailem, amcamın yurt dışındaki serüveninin gerçek amacını bilmiyor, bir an önce tahsilini tamamlayıp yurda dönmesini arzu ediyormuş. Bu endişeyi dile getiren eniştesine (ablası Sıdıka Hanım’ın eşi Yakup Bey’e) yazdığı mektup:

Zürich, 4 Mayıs 1952
Kıymetli Eniştem,
Son mektubunuzu sevinçle ve büyük ehemmiyetle tekrar tekrar okudum. Gerek şahsi ve gerekse mesleki istikbalim için gösterdiğiniz alakadan ve bana beslediğiniz itimattan dolayı size teşekkür borçluyum. Satırlarınız arkasındaki sevgi ve biraz da kaygı dolu düşüncelerinizi seziyor ve anlıyorum. Şahsım ve istikbalim hakkındaki sualleriniz beni üzmedi, bilakis memnun ettiler ve seve seve, samimi ve açık olarak bir mektubun müsaade ettiği hacim ve çerçeve dahilinde onlara cevap vermeye çalışacağım. Mektubunuz düşüncelerimin bir kısmını toplu bir halde ifade etmeme vesile olacak ve bu arada mecburen kendi şahsiyetim üzerinde yazacağım ki bunu herhalde gayri mütevazı bir keyfiyet olarak kabul etmezsiniz. Hiç bu noktayı gizlemeye lüzum görmüyorum, zira hakikat olarak inanılanı açıkça söylemek lazım. İşte cevaplarım:
Meşguliyetime kat’i hedef tayin ettim: İnsanlığın, hayat ve yaşayışın hakiki manasını aramak, öğrenmek ve bu bilgi ile bütün in-sanlığın yardımına koşmak, daha yüksek manevi bir seviyeye erişmek… Küçükten beri içimde sakladığım, beslediğim, sadık kaldığım hedef… Bir gençlik ideali değil; ona hayatın her türlü şartlarında daima sadık kalacağım. Herkeste tâ içten gelen yol gösteren öyle bir kuvvet var ki hiçbir tesir onu değiştiremiyor. Uzun zamandan beri üzerinde düşündüğüm bu ideal, mevcudiyetimle o kadar hercümerç oldu ki hayatımı bunsuz tasavvur etmek imkansız. Bu sebepten bu satırları yazmakta tereddüt etmedim. Ancak bu yoldaki gayret beni derinden tatmin ediyor ve hayatıma ancak bu yolda mana verebiliyorum.
Bu hedef için şimdilik elimde üç yol var, ilim, filozofi ve din; şahsi vasıtam sıhhat ve fikri hürriyetimdir. İlmin bir kolu olan mesleğim yaşamımı temin ediyor ve hür kalmaya daima gayret edeceğim, bir iki kitaptan başka sahibi olmak istediğim hiçbir maddi arzum yok. Teknik, ekonomi, politika gaye olarak değil, insanlığın hedefi için iyi bir vasıta oldukları müddet ve nisbette beni alakadar ediyorlar. Ve bu yolda bensever olarak yalnız başıma kalmak değil, bilakis her isteyenle karşılıklı yardımlaşarak yürümek, dar bir yaşayış yerine varlığı tam bir şuur içinde tabiat ve kainatın büyüklüğünde ölçmek, genişliğinde aşmak istiyorum. Bu yolu diğer herhangi bir hedefe tercih etmemin sebebi bunun yalnız kendim için değil aynı zamanda cemiyet için daha mühim ve acil olduğuna ve cemiyete vermek istediğim (yahut benden beklenen) faydaları bu yolda daha müteessir yapabileceğime inandığımdandır.
İstikbalimi hedefime erişebilecek şekilde ayarlamamı istemem gayet tabiidir. Dilerim ki benden beklediğinizi, mümkün olduğu takdirde daha fazlasını -Allah’ın yardımıyla- verebileyim.
Bu umumi satırlar suallerinizin bazılarına cevap veriyor. Diğer müşahhas noktalara da teker teker cevap vereyim:
Serbest ilim sahasında çalışmak istediğimden yegane imkan bir üniversitede çalışmamdır. Öğrenmenin bir cevher olduğunu uzun zamandır öğrendim ve muhtelif sahalarda bilgi ve kabiliyetimi son haddine kadar ilerletmeye çalıştım ve çalışıyorum. Dünyanın her üniversitesinde çalışmak ve öğretmek durumunda olduğuma inanıyorum ve tabiatıyla bu vazifeyi seve seve memleketimde yapacağım. Derhal Türkiye’ye dönmemin sebebi prensip meselesi değil, tatbiki mülahazalardan ileri geliyor. Şöyle ki: Evvela elimdeki, muhtelif ilmi proje, fikir ve eserleri bir sonuca getirmek istiyorum. Sonra üniversiteye geçmek için şekil olarak doçent olmak lazım, binaenaleyh doçentlik tezi hazırlıyorum ve nihayet ilmi araştırma için lazım olan tecrübe ve vasıtalara gençken ve elimde fırsat varken daha derinden sahip olmak arzusundayım, vesaire.
Diğer suallerinize gelince: Hükümete olan mecburi hizmetimi müteşekkirane bir borç olarak kabul ediyorum; bunu kabilse üniversitede çalışarak olmazsa borç olarak seve seve geri ödeyeceğim. Bahsettiğiniz gibi yaşım ilerliyor ve bir aile kurmam lazım. Fakat bu, üzerinde kat’i karar vermediğim istikbalimi alakadar eden yegane nokta, çünkü bunun halli diğer meselelerin halline bağlı…
Daha uzun ve başka noktalar yazabilirdim, bu kadarla iktifa ediyorum, çünkü işin özünü izah ettim kanaatindeyim. Şu veya bu meselede aynı fikirde olmayabilirsiniz, fakat bu fikir teatisi zararlı değil faydalıdır. Siz de aynı açıklıkla bana düşündüklerinizi yazarsınız.
Bu şekilde kendimden bahseden, içimi açan bir mektubu yalnız bir aile efradına yazabilirdim; bu bakımdan mahcub değilim. Mektubu ağabeyime de gösteriniz. Fakat rica ederim: Lütfen bahsettiğiniz gibi bunu salona asmayınız, belki başkalarını o kadar alakadar etmez.
En derin sevgilerimle ablamın ve sizin ellerinizi, yeğenlerimin ayrı ayrı gözlerini öperim. Sizler de sıhhatte daimi olun.
Asım BARUT
Hamiş: Size şimdiye kadar yazmamamın sebebi sizden mektup beklememdi. Adeti veçhile mektupta sıra bekleniyor ve zannımca sıra sizde idi. Mamafih ağabeyime yazdığım her mektupta sizleri sormaktayım.

(Bu bölümden sonraki makalelerde, amcamın ağzından fiziğe, bilime ve hayata bakışını göreceğiz.)
Amcam benim için bir efsaneydi. Nasıl bir insan olduğunu çocukluğumdan beri hep merak ettim.
Ortaokul ve lise yıllarımda amcam Türkiye’ye yaptığı bazı kısa ziyaretlerde hep bizim evde kalır, tüm kardeşleri ile bizde toplanırlardı. Ailenin yoğun hasret giderme merasimleri amcamı yakından tanıma fırsatı vermedi. Zaten toprak kadar mütevazı olan amcam, kendinden, yaptıklarından, hele başarılarından asla söz etmezdi. Bu kısa görüşmelerimizdeki hali, tavrı, tevazusu bizlere hep örnek olmuştur. Hep onun gibi biri olmak istemişimdir. O benim için bir mürşit gibiydi. Gülümsemesini, az yemek yemesini, açık ve tek bardak çay içmesini bile taklit ettim. Ona daha iyi hizmet edebilmek için çırpınırdım. 1972 yılında yaptığı bir ziyaret sırasında yine tüm aile bizde, akşam yemeğinde toplanmıştı. Salatayı ben yapmıştım. Amcama layık olsun diye özene bezene süsledim. Amcam salatayı görünce bana “sen sanatçı ol, sanat oku” dedi. Bu sözler sanki bir ilahi emir gibi geldi bana. O ana kadar hiç düşünmediğim, hatta tabiri caiz ise aklımın ucundan bile geçirmediğim bir meslekti. Çünkü hukukçu babam benim de bir hukuk fakültesini okumamı istiyordu. Noterlik ve avukatlık yaptığı dönemlerde, birlikte uzun yıllar çalıştık. İki yıl kadar Noter başkatipliğini de yaptım. Annem ise operatör doktor veya diş hekimi olmamı arzu ediyordu. Malatya’da iken, 5 yaşımdan beri evin ihtiyacı olan tavukları ben kesiyor, temizleyip anneme takdim ediyordum. İkisi de kendi açılarından haklıydılar. Ama amcamın önerisi hepsinin üzerinde tesir etti. Lise yıllarında resim ve akademiye hazırlık kursları gibi hiçbir eğitim almamış olmama rağmen, imtihanları kazanıp o zamanki adı ile Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdim. Tekstil bölümünden 1977’de mezun oldum. Bu eğitim benim ebru sanatı ile tanışmama ve daha sonraları “BARUT EBRUSU” adı ile dünya literatürüne girecek olan tarzı bulan kişi olmama vesile oldu. Bu yeni tür ebruya, amcamın kullandığı, dede soyadımızı vererek onun hatırasını (daha doğrusu kerametini) yaşamak ve yaşatmak adına minnettarlığımı ifade etmek istedim.

Ebru sanatçısı Hikmet Barutçugil’in, merhum amcası Prof. Dr. Asım Orhan Barut’a ithaf ettiği "Simetri" adlı eserinden bir ebru çalışması.

 
Amcam ile en uzun ve yalnız birlikteliğimiz, 1987 yılının Mayıs ayında İnönü Üniversitesi kendisine fahri doktorluk payesi verdiğinde oldu. Birlikte Malatya’ya gittik. iki gün aynı odada kaldık. Bir gece balkonda otururken gökyüzünü seyrettik. Bana uzun uzun galaksilerden, başka gezegenlerden, uzayın büyüklüğünden bahsetti. Bir ara “tahmin ettiğimiz bilgi, eğer bu yer küresi kadarsa, insanoğlunun bildiği, onun üzerinde bir toz şekeri tanesi kadardır” dedi. Bu sözü hayatımda hiç unutmayacağım, acziyetimizi ve tevazulu davranmamızı hatırlatan bir düstur olarak hep hafızamda kalacaktır.
Yunan tanrılarını bile kıskandıracak güzellikteki oğlu Turan, 1970, 1973 ve 1975 yıllarında, bazı arkadaşları ile birlikte yaz tatilini Türkiye’de geçirdi. Haftalarca yanımızda kaldı. Birlikte Anadolu’nun birçok yerlerini gezdik. Süphan Dağı’nın zirvesine tırmandık. Kendisi ile iyi dost olduk. Ama o da babası hakkında bizlere hiçbir şey söylemedi. Demek ki amcam evinde de hiç kendinden bahsetmiyordu.
Turan, 1981 tarihinde 26 yaşındayken Alaska’da zor bir tepeye tırmanırken çığ altında kaldı ve aramızdan ayrıldı. Bu tırmanışa gitmeden önce annesi, “Çok tehlikeli bir yer, oraya gitme” dediğinde, Turan “İyi ya, ne güzel, en sevdiğim yerlerde bedenim hiç çürümeden kalır” demiş, dileği de gerçekleşmiştir.
1992 yılında bir Amerika seyahatim sırasında Boulder’da amcamı ziyarete gittim. Boulder, bir dağın eteğinde son derece sevimli ve yemyeşil bir şehir. Amcam hep burasının Malatya’ya çok benzediğini söylerdi. Gerçekten de Bey Dağları’na yaslanmış gibi duran bir şehir.
Evinde son derece sade, mütevazı bir hayat sürdüğünü yakından gördüm. Bu kadar önemli bir bilim adamının nefsani duygulardan arınmış, bir derviş gibi sade yaşantısı doğrusu beni çok şaşırttı. Amerikan filmlerinde gördüğüm gibi bir ev ve yaşantı umuyordum. Sabahları gün doğmadan kalkar, evinin yakınındaki dağa doğru olan korulukta, köpeği Kara ile beraber en az 15 kilometre koşardı, bir sefer birlikte gittik. Doğrusu amcamın hızlı temposuna ayak uyduramadım. Bu idman sırasında, yoğun bir düşünme hali içinde hep önüne bakardı. Kim bilir kafasında ne teoriler, ne problemler, ne denklemler vardı. Evinde azıcık kahvaltısını yapıp Colorado Üniversitesi’ndeki bürosuna ve öğrencilerine giderdi. Aynı hareketliliği İstanbul’a geldiğinde de yaşardı. Yaz okulları için Boğaziçi Üniversitesi’nde kaldığı günlerde, yine erkenden kalkar, Bebek’ten denize atlar, karşı kıyı Vaniköy’e kadar yüzerek gidip geri döner, duşunu alıp dersine giderdi. Sigara, içki gibi şeylerin tadını dahi bilmediğini söylerdi. Bu kadar sağlıklı birinin hep uzun yaşaması beklenir. Takdir edilen ömür ve sağlık farklı şeyler olduğunu düşünüyorum. Merhum Turan da sağlığına çok dikkat ederdi. Sigara içenlere kızar, “Ben sizden daha uzun yaşayacağım” derdi.
1994 yılının Aralık ayında çok hasta olduğu haberi geldi. Birkaç hafta iyileşmesini niyaz ettik. Ümitsiz olduğu haberi geldiğinde ilk uçakla Colorado, Boulder’e gittim. Kızı Suzan beni havaalanından alıp doğru hastahaneye götürdü. Odasına girdiğimde bir çok cihaza bağlı olarak hareketsiz yatıyordu. Yengem Pierette yüksek sesle benim geldiğimi kulağına bağırdı. Ancak böyle duyduğunu söyledi. Parmaklarında hafif bir hareketlenme oldu. Soğuk odanın sol duvarında bir monitör kalp atışları ve nabzını gösteriyordu. Fark ettiğimde nabız 66 rakamındaydı. Birkaç dakika içinde nabız yavaş yavaş düştü. “40, 30, 20, ...” sıfırlandı, ruhunu teslim etti. Yengem “seni bekliyordu” dedi. Vefatından hemen önce, beraberimde getirdiğim küçük bir şişe zemzemi içirdim, hepsini sanki bilerek yuttu. Meraklı gözlerle bakan yengeme, bunun Mekke’den gelen bir su olduğunu söyleyince çok memnun oldu ve teşekkür etti. Uzun bir sessizlik yaşadık… Kızları Sibel, Suzan, Yengem ve Mısırlı bir doktora öğrencisi tarif edilmez duygular içinde birbirimize bakakaldık. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, birileri odaya girip teselli edici, baş sağlığı dileyen sözler söylediler. Daha önce evlat ve kardeş acısı çekmiş aile metin olmaya çalışıyordu. İsmini Ömer olarak hatırladığım Mısırlı öğrencisi, son bir haftadır bitkisel hayat yaşadığını, bir gün önce yanında olduğunu, amcama Kelime-i Şahadet getirtmek istediğini ve onun da şahadet parmağını kaldırarak cevap verdiğini anlattı. Hiç şüphemiz yoktur ki o yüce bir iman ile Sevgilisi’ne kavuştu. Yüzünde, mutluluk belirtileri olan gülümseme vardı. Çocukluğunda, gençliğinde ve yaşlılığında sportmen ve çok yakışıklı biriydi. Cesedi de aynı şekilde dipdiri, yakışıklı ve halinden çok memnundu.
O gece, evindeki kütüphanesinde sürekli çalıştığı masasına oturdum. Ne kadar birikmiş bir enerji vardı, odanın her yerinde onun izleri, kitapları, not defterleri, kalemleri, çakısı. Bir ara yengem yanıma geldi, “Amcan bazen bu odaya kapanır, günlerce, belki haftalarca bu odadan çıkmaz, hiçbir şey yemeden, içmeden çalışır, çıktığında perişan bir halde, saçı sakalı birbirine karışmış olurdu” dedi. Sanki büyük evliyaların halvethanede riyazata girip çile çıkartmaları gibi bir şey olsa gerek. Kim bilir belki de tüm bedenî ihtiyaçlarını en aza indirip, beyin fonksiyonlarını güçlendirerek yeni fikirler üretiyor, fiziği arıyordu. Bir defasında “Fizik nedir?” diye sorduğumda bana “Yaradılışın sırlarını arayan ilimdir” demişti. Ne yüce bir arayış...
Beni misafir ettikleri oda ve yatak da merhum kuzenim Turan’ın yeri idi. Annesi sanki günün birinde gelecekmiş gibi hiçbir eşyasına dokunmamış, her şey yerli yerinde olduğu gibi duruyordu. O gece hiç uyuyamadım. Acı haberi yakınlarımıza duyurduk. Sabah, Türkiye’den ilk taziye telefonunu Prof. Dr. Erdal İnönü’den aldık. Daha sonra öğrencileri, meslektaşları aradılar. Öğlene doğru cenaze levazımatçısına gittik. Amcam yüzü açık olarak bir tabutun içine yatırılmıştı. İki gün sonrası için bir merasim düzenleyeceklerini söylediler. Bazı zorluklara rağmen yıkama işini gerçekleştirdim. Bu sırada eli elimdeyken hissedilir biçimde elimi sıktı. Anlaşılmaz bir ses çıkardı… Amcamı, Mısırlı öğrencisi Ömer ile birlikte Boulder camisine götürdük. İkindi namazından sonra cenaze namazını kıldık, gerekenleri yerine getirdik. Ertesi gün, üniversitesinde bir merasim düzenlendi. Meslektaşları, arkadaşları, öğrencileri bir şeyler anlattılar. İsmini hatırlamadığım üniversite rektörü amcamı Colorado Üniversitesi’ne almak için çok çaba göstermiş, ancak amcam kabul etmemiş. Birgün, birlikte zor bir dağa tırmanmışlar. Öyle bir an gelmiş ki, amcam, bulunduğu yerden yardım edilmeden hareket edemeyecek duruma gelmiş. Profesör “Eğer benim okuluma gelmeye söz verirsen seni kurtarırım. Yoksa seni burada terk ederim” diyerek üniversiteye kazandırdığını anlattı. Saygı duruşunda bulundular.
Amcam İstanbul’u ziyaretinde hep bizim (babamın) evde kalırdı. Ben evlendikten sonra 1992 yılında, ilk defa olarak Ataköy’deki evimizde kaldı. Bir akşam benim buluşum olan ebruları uzun uzun inceledi. Kaos (rastlantı) teorisinden, fraktail geometriden ve simetrilerden bahsetti. Ebruların bunları resmettiğini söyledi. Kendi kendime “bilmeden ne haltlar karıştırmışım” diye düşündüm. Tam olarak ne dediğini pek hatırlamıyorum ama o günden sonra, tabiata yani Cenab-ı Hakk’ın geometrisine ve simetri konusunun gizemli dünyasına bir aşinalık oldu. Yoğun iş hayatım, zaman fakirliği adı altına sığındığım belki de tembelliğim, bu konuların üzerine layıkı ile eğilmeme engel oldu. Belki de işin ciddiyetinin farkına varacak olgunlukta değildim. Aradan yıllar geçti. Amcam Hakk’a yürüdü. Kendisinden gerekli şekilde feyiz alamamanın hüznünü ve pişmanlığını doğrusu çok hissettim. 1998 yılında Boğaziçi Üniversitesi amcam için bir anma konferansı düzenledi. DYNAMICAL SYMMETRIES IN PHYSICS “Patterns and Simplicity in Complex Sistems” (FİZİKTE DİNAMİK SİSTEMLER “Karmaşık Sistemlerde Basitlik ve Desenler”) konulu bir konferans dinledim. Prof. Dr. Francesco Iachello (J.W.Gibbs Professor of Physics), sanırım amcamla birlikte çalışmış, onun teorilerini takip eden bir bilim adamı. Ağır bir bilimsel dille bir çok şey anlattı. İlgi alanımın dışında sandığım konular olduğunu düşünerek anlamak için dinlemedim. Fakat bu değerli bilim adamı konuşmasının son bölümünde “İslam sanatlarının temel düsturu simetridir” dedi ve arkadaki perdede bir sürü tezhip, çini, bakır işlemesi gibi eserlerden örnekler gösterdi. Niçin bu sözleri dinlemedim diye üzüldüm. Amcamın yıllar önce bahsettiği simetriler acaba bunlar mı? diye düşünürken başımdan aşağı kaynar sular indi. “Eyvah”, galiba mühim bir şeyler kaçırdım! Konferans sonrası profesörün etrafı akademisyen meslektaşları ve öğrencileri tarafından sarıldı, bilimsel konuşmalar, dost ve aile muhabbetleri, derken o günün sahnesi kapandı. Aslında Prof. Iachello ile tanıştık, el sıkıştık. Bir şeyler sormak istedim. Fakat neyi, nasıl soracağımı bilemediğim için çekindim, utandım. Fakat “Karmaşık Sistemlerde Basitlik ve Desenler” hiç aklımdan çıkmadı. Aradan iki yıl geçti. Kendi kendime işin içinden çıkamayacağıma karar verdiğim zaman, Boğaziçi Üniversitesi fizik bölümünde, amcamın talebesi olan ve bu konferansı düzenleyenlerden biri olan Prof. Dr. Haluk Beker’i arayıp Prof. Dr. Iachello’nun bu konferansının yazılı metni olup olmadığını sordum. Yazılı metin yok. Profesör irticalen konuşmuş. Kendisine ulaşma imkanımız da ne yazık ki artık kalmamış, vefat etmiş…
Amcamın bazı öğrencilerine “Simetri” ile ilgili sorular sordum. Ne soracağımı kendimde pek bilemediğimden, belki de aptalca sorular sorduğumdan cevap da alamadım. Son derece karmaşık ve anlaşılmaz konular olduğundan bahsettiler. Haklılardı, ben bu konuların bilimsel yanından çok, estetik görüntülerinin peşindeydim. Amcamın karmaşık konuları bile son derece basit formüllerle izah ettiğini, bu özelliği ile de bazı meslektaşlarını kızdırdığını kendi arkadaşlarından duydum. Keşke amcam sağ olsaydı da, soruyu yanlış sorsam bile bana doğru cevabı anlayabileceğim bir dille anlatsaydı…
Sağlıklı iken son görüşmemiz, vefatından yaklaşık üç ay önce, bir İstanbul ziyaretinde oldu. Vefatını sanki biliyormuş gibi bir hali vardı. Çok derin bir sûkut içindeydi. Tüm aile fertleri de bunun farkına vardı. Otelimizde kaldığı son gece, kendisine bir şeyler sormak isteyen ebruzen meslektaşım Dr. Fuat Başar Bey ile birlikte terasta oturduk. Ancak o engin suskunluğunu hiç bozmadığı için soru soramadık. Hep yıldızları seyretti. Bir ara, konu tam neydi hatırlamıyorum ama “tekrar İstanbul’a geldiğinizde…” dediğimde başını hafifçe iki yana salladı. Bunun ne demek olduğunu üç ay sonra öğrendim. Ertesi sabah erkenden onu havaalanına götürmek üzere ayrılıp odalarımıza çekildik. Hareket saati odasına gittiğimde amcamın otelden ayrıldığını gördüm. Resepsiyondaki çocuğa ısrarla bir taksi çağırtıp, sessizce ayrılmış. Beni rahatsız etmemek için yaptığını söylemiş. Kim bilir belki de vedâ etmek istemedi. “Ahirette, kişiler sevdikleri ile beraber olacaklar” hadisine göre vedalaşmaya ne gerek var. Ben amcamı çok seviyorum. Onu çok özlüyorum. Bu kısa ayrılıktan sonra, Allah’ın izniyle yine birlikte olacağız…
Ebru sanatının oluşumu fizik kanunlarına bağlıdır. Yaradılışın sırrını arayan fizik ilmi suyun yüzeyinde kendiliğinden oluşan, ya da ilahi kurallar gereği oluşan, asla tekrarı olmayan, iç içe bir gizem yumağı olan görüntüleri bir şekilde kağıda aktarmakla gerçekleşir. Bu görüntüler mikro ve makro kozmos arasındaki sonsuzlukta yer alır…
Amcamın vefatının on ikinci yılında onun aziz hatıralarını anmak, sevenlerine kendi konum olan ebru ile bir hatırlatma yapmak ve onu tanımayanlarda sanat ile bazı vesileler oluşturmak niyetiyle bu sergi ve katalog hazırlandı. Son derece basit yöntemlerle, bilgisayar ortamında hazırlanan görüntüler doğrusu beni ziyadesi ile heyecanlandırdı. Hiç ummadığım fantastik ve sürrealist görüntüleri sanatseverlerin beğenisine sunar, merhum amcamın aziz ruhuna ithaf ederim.

Trieste’li Profesör Asım Barut

Prof. Dr. Gediz Akdeniz

Prof. Dr. Asım Orhan Barut (Asım Hoca), fiziğe önemli katkıları yanında, gerçek bir bilim misyoneri idi. Bilimi dünyanın her köşesine ulaştırmak için koşturup durdu. Bu çabaları doğduğu ülkede daha yoğundu; Türkiye'de fizik araştırmalarının zenginleşmesi ve yaygınlaşması için büyük emek verdi.
Asım Hoca, bilim yaşamının önemli bir bölümünü Trieste'deki Abdus Salam Uluslararası Teorik Fizik Merkezi'nde geçirdi. Asım Hoca'nın bilim yaşamının bu Trieste'li Profesör Barut bölümlerinde, dünya görüşünün derinliği, temel bilimlere olan tutkusundaki samimilik ve öğrencilere olan önyargısız inancı daha berrak görülür. Bu eksende, Batı'nın "Bilgi Çağı" dayatması altındaki güney ülkeleri bilim toplumlarının ve özellikle Türk fizik toplumunun bugünkü konumunun kendiliğinden bir değerlendirmesini de bulabiliriz.
ICTP kurulurken...
1964'ün Sonbaharı, Trieste: Dünyanın önemli fizikçileri, Joly Oteli'nin eski limana bakan salonunda ICTP'nin kuruluşunu kutluyorlar. ICTP'nin kurulması için 1960 yılından beri büyük bir uğraş vermiş olan Direktörü Prof. Abdus Salam, ellerini bol siyah pantolonunun cebine sokmuş, kürsüde açılış konuşması yapıyor. Bu 40 yaşlarında Pakistanlı mutluluk içinde şunları söylüyor: "Bu araştırma merkezi gelişmekte olan ülkelerde bilimin gelişmesini engelleyen bariyerleri kıracaktır. 3. Dünya ülkelerinin fizikçileri bilimdeki gelişmeleri artık ülkelerinden kopmadan takip edebileceklerdir. Bilime katkıda bulunabileceklerdir. İlkelerinden kopmayan bu güneyli gençler ülkelerinin aydınlanmasına ve fakirlikten kurtarılmasına önderlik yapacaklardır."
ICTP'nin önemini kavramış ve kurulması için daima destek vermiş arkadaşları onu dikkatle dinliyorlar. ICTP'nin Trieste'de kurulması için büyük bir mücadele vermiş sakallı; Triesteli Prof. Budinich ve hippi görünümlü uzun sarı saçlı, Norveçli Prof. Fronsdal'da dinleyiciler arasında. Bunların yanında oturan kumral, orta boylu, yüzücü görünümlü yakışıklı bir fizikçinin açık renk gözleri oynadığı ellerine dalıp gitmiş. ABD Colorado Üniversitesi'nde iki yıldır çalışan bu fizik profesörü büyük bir olasılıkla şunları düşünüyor: "ICTP'nin kurulması için verilen çabalar boşa gitmedi. Bu merkezin veya benzer bir uluslararası araştırma merkezinin Türkiye'de kurulmasını çok arzu etmiştim ama olmadı. Olsun Trieste çok uzakta değil, ayrıca Abdus Salam'la birbirimizi çok iyi anlıyoruz, aynı kuşaktanız. O Pakistan'ın fakir bir kasabasından, ben Anadolu'nun Malatya'sından. İkimiz de devlet bursu ile okumuşuz. İkinci Dünya Savaşı sırasında İsviçre'de okumak için ben Sirkeci'den trene binerken, o da aynı yıllarda İngiltere'de okumak için Bombay'dan buharlı bir gemiye binmiş. Abdus Salam Newton'un, Dirac'ın üniversitesinde okudu, ben de Pauli'nin, Einstein'in üniversitesinde. İkimizde fizikten kopmamak için ülkelerimizden koptuk. Salam'ı yalnız bırakmamalıyım, ICTP'nin başarılı olması için elimden geleni yapmalıyım. Bu merkezle fakir ülkelerin genç fizikçilerine ve özellikle ülkemin fizikçilerine daha da yakın olacağım. Onlarla ICTP'de bütünleşeceğim. Özellikle eğitimlerini batıda yapabilme şansları olmayan gençler için bu merkez bir pencere olacak."
Odasının kapısı hiç kapanmazdı
Joly Oteli'ndeki açılış konferansına katılanlar, parçacık fiziğinin S-Matris Teorisindeki son gelişmelerini ise bu konuların uzmanı Prof. Asım Barut'tan dinlediler. Ve Asım Hoca; o günden ölümüne kadar ICTP'den hiç kopmadı. Bu merkezin gelişmesi ve kuruluş amaçları doğrultusunda güney fizikçilerine faydalı olabilmek için tüm özverisi ile çalışarak katkıda bulundu. Colorado Üniveristesi'nde zorunlu çalışması yoksa, dünyanın herhangi bir yerinde bir bilimsel toplantıda veya bir üniversitede konuşması yoksa, Trieste'dedir. Trieste'de olduğu günlerde, ICTP'deki odasının kapısı hiç kapanmazdı. Odada yanında bir Çinli, Çinli yoksa bir Hindli, Hindli değilse bir Moğol, Bir İranlı, bir Kenyalı fizikçi olurdu. Biz Türkiye'den gelenlerle daha çok yemeklerde veya yürüyüşlerde konuşurdu. Hiç kimseye karşı önyargılı davranmaz, seçkincilik yapmazdı. Kimseyi geri çevirmezdi. Kendisinin yanında çalışmayanların veya başkalarının öğrencilerinin bile tezlerini okur, İngilizcelerini düzeltir, onlara yeni önerilerde bulunarak ufuklarını açardı. Onların, güneyli gençlerin, kendi ülkelerindeki sıkıntılarını (politik açmazlar, üniversite ve burs sorunları gibi) çözmek için çareler arar, sağa sola telefonlar eder, mektuplar yazardı. Odasının dışında Triesteli Asım Hoca, ancak sabahın erken saatlerinde Miramare parkında koşarken, akşam üstü ise bir kağıda sardığı mayosu elinde deniz kıyısındaki kayalıklara doğru inerken görülürdü. Pazar günleri ICTP'nin arkasındaki bağlar arasından Prosecco köyüne yürüyüş onun tek dinlenme şekli idi. Bu yürüyüşlere Türkiye'den gelen öğrencileri ve yanında çalışanlar da katılırdı. Bu yürüyüşlerde, fiziğin tüm alanlarındaki yeni gelişmeler tartışılır, Güney'de ve Türkiye'de temel bilimler eğitiminin ve araştırmalarının yükselmesi için gerekli modeller ortaya atılırdı. Bu geleneği Asım Hoca'nın Trieste'de olmadığı zamanlar Burhan Hoca (Prof. Burhan Cahit Ünal) sürdürürdü. Burhan Hoca yürüyüşünü evlerde üretilen "pino grico"ları yanındakilere tanıtmak için Carso'ya kadar uzatırdı. Tabii dönüşte de otobüs kaçamağı yapardı. Ben, bu yürüyüş derslerinin şanslı bir öğrencisi oldum. Bu geleneği Carso köyleri arasındaki "vino terra" patika yollarında öğrencilerimle sürdürmeye çalıştım.
Kuruluş yıllarında ICTP'ye gelen Türk bilim insanları
1971 sonbaharında doktora tez çalışmamı yapmak için ilk kez Trieste'ye geldiğimde, ICTP, Miramare parkı yanındaki yeni binasına taşınalı üç yıl olmuştu. O yıllarda parasal bakımdan sıkıntı içinde olan ICTP, kendi elemanları dışında ancak on civarında konuk araştırmacıya veya öğrenciye uzun süreli destek verebiliyordu. Trieste Üniversitesi Teorik Fizik Bölümü, kütüphane ve sekreterya yeni yeni ICTP'ye yerleşiyordu. Koridorlar ıssızdı, hala boş odalar vardı. Kuruluş yıllarındaki (1964-1974) bu koşullara rağmen; Asım Hoca'nın bireysel gayretleri ile Türkiye'den birçok fizikçi ICTP'de çalışma olanağı bulabilmişti bile. Bu fizikçilerden ilki, Asım Hoca'nın eski öğrencisi ve çalışma arkadaşı Prof. Dr. Burhan Cahit Ünal'dır. Daha sonrakiler ise, doktora sonrası araştırmalarda bulunmak üzere gelen Burhan Hoca'nın öğrencisi Dr. Zekeriya Aydın (Profesör, Ankara Üniversitesi) ve Profesör Feza Gürsey'in ODTÜ'den öğrencisi Dr. Mehmet Koca (Profesör, Çukurova Üniversitesi). Türkiye dışında eğitimlerini yapan veya çalışan fizikçilerimizden bazıları da ICTP'de düzenlenen kısa süreli bilimsel etkinliklere katılmışlardı. Benim ICTP'de öğrenci olarak bulunduğum yıllarda (1971-1973) gelenler ise, Asım Hoca'nın öğrencilerinden Dr. Askeri Baran ve Dr. İsmail Hakkı Duru (Trakya Üniversitesi profesörleri) idi.
ICTP'nin başarılı çalışmaları
Asım Hoca Göreceli Kuvantum Teorisi Elektrodinamiği ile maddenin temelini anlamada, nötrinolar hariç, elektronun yeterli olduğuna inanırdı. Ve ömrü boyunca bu inancını kanıtlayacak modeller önerdi veya benzer modelleri desteklemede ısrar etti. Çok iyi bildiği klasik teorilerin rasyonalist yapılarına ortodoks bir bağlılığı vardı. Asım Hoca'nın yanına doktora tezimi hazırlamak için geldiğimde, maddenin yapı taşının hem manyetik hem de elektrik yüke sahip bir parçacık olabileceği tartışmaları da önem kazanmıştı. Bu yaklaşım Asım Hoca'nın beklentilerini kuvvetlendiriyordu. Ve çok heyecanlı idi. Benden bu problemi küre üzerinde incelememi istemişti.
1970'li ve 1980'li yıllarda temel parçacık fiziğinde ve erken evren modellerinde bu ortodoks bağımlılığı kıran önemli gelişmeler oldu. Matematiğin tüm incelikleri radikal yaklaşımlarla fizikte kullanıldı. Bu yıllarda, Quark modelin yerleşmesi, doğada yüksek enerjilerde mevcut olan simetrinin kendiliğinden kırılmasının anlaşılmasının yanında; doğayı ifade etmek için, çok boyutlu teoriler, sicim teorileri, süpersimetrik teoriler geliştirildi, bu hedeflere uyumlu evren oluşum modelleri ileri sürüldü. Bu gelişmelere ICTP'lilerin de büyük katkıları oldu. Parçacık Fiziği dünyasının standart temellerinden birini atan Abdus Salam 1979 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü aldı. ICTP'nin İtalyan fizikçileri ve güneylileri bu konularda önemli çalışmalar yaparak ICTP'nin dünyanın önemli bir teorik fizik merkezi olmasını sağladılar. Birçok Güneyli fizikçi ICTP'nin onlara sağladığı olanaklar ile ülkelerinden kopmadan bu yarışta koşabildiler. 1980'lerin başında ICTP kuruluş amacını yakalamıştı. ICTP'lilerin bu başarıları karşısında gerek körfez ülkeleri, gerekse İtalyan Hükümeti ICTP'ye büyük parasal destekte bulundu. Bu yeni desteklerle, ICTP'de teorik fizik çalışmaları dışında uygulamalı fizik alanlarına dönük araştırma grupları da oluşturuldu. Güneyli öğrencilerin yetişmesi için düzenli doktora programları açıldı. ICTP'nin araştırma gruplarının yanında, binlerce güneyli fizikçi ICTP'nin bilimsel etkinliklerine katıldı, onun kütüphane ve bilgisayar olanaklarından rahat bir şekilde faydalandı.
ICTP'yi en iyi değerlendiren ülkelerin başında yüzlerce fizikçisi ile Türkiye gelmektedir. ICTP olanakları ile birçok Türkiyeli fizikçi ICTP'deki kısa süreli programlara katılarak fizikteki son gelişmeleri takip edebilmişler, ICTP'de uzun süreli çalışarak veya araştırma gruplarında yer alarak bilim dünyasında seslerini duyurmuşlardır. En önemlisi, bugün Türkiye'nin üniversitelerinde ve araştırma merkezlerinde çalışan, yüzden fazla fizikçimiz akademik dereceleri için gerekli çalışmaları ICTP'de veya ICTP'nin olanakları ile yapmışlardır. Bu, ICTP'nin kuruluş amacına ve gerçeklerine uygun stratejiler geliştirerek Türkiye'den daha çok fizikçinin ICTP'ye gelmesini sağlayan Asım Hoca'nın ve onun bu misyonunu sürdüren birkaç öğrencisinin kişisel gayretlerinin bir sonucudur.
ICTP'de yaprak dökümü
1990'ların başında Abdus Salam hastalandı. Soğuk savaş sona erdi. ICTP kuruluş amacından saptırılacak mı sorusu da gündeme geldi. Bu durum Asım Hoca ve Abdus Salam'ın dava arkadaşlarının ICTP'ye olan inançlarını da etkilemeye başladı. Hastalığı ilerleyen Abdus Salam ICTP'ye 1993'ün Mart'ında veda etti. Çok zayıf da olsa Asım Hoca'nın ICTP'nin yeni direktörü olacağına umutlanmıştık, ama olmadı. ICTP'de "Yeni Dünya Düzeni" programlarının rüzgarları esmeye başladı. Soğuk Savaş sonrası Batı'da daha da güçlenen bilim derebeylerinin ve bunların yandaşlarının sesi daha fazla çıkmaya başladı. 1993 sonrası Asım Hoca ile bu konularda birkaç kez konuştuk. 1964'te başlayan ICTP misyonunun soğuk savaşla birlikte en azından Türkiye için sona erdiği üzerindeki görüşleri paylaşıyordu. Türkiye'nin, bölgesinde Temel Bilimlerde öncü olması zamanının geldiğinde inanıyordu. Bu inancıyla Asım Hoca Trakya Üniversitesi'nde bir uluslararası araştırma merkezi kurulmasına öncülük etti ve son iki yılının önemli bir kısmını Trieste'den ziyade Edirne'de geçirdi. Türk Fizik Derneği'nin, Yeni Dünya Düzeni dayatmalarına karşı Balkanlar'daki ve Asya'daki fizikçilerle köprü kurmak için düzenlediği bilimsel etkinliklerinde bizi yalnız bırakmadı.
Asım Hoca'nın Colorado'dan gelen ani ölüm haberini alınca inanamadık bir süre. Öylesine canlı ve hayat doluydu ki. Asım Hoca'nın ölümünden yaklaşık bir yıl sonra Abdus Salam'da uzun yıllar direndiği hastalığına yenildi. ICTP'nin soğuk savaş sürecinde Üçüncü Dünya'nın bilim toplumunun gelişmesi için mücadele veren kuşağının öncülerinde yaprak dökümü başlamıştı. Bu kuşağın geride kalanları; Hindistanlı, Pakistanlı, Çinli, Bangladeşli, Afrikalı Asım Barutlar, Abdus Salam'ın ölümünün birinci yıldönümü için 21 Kasım 1997 tarihinde Trieste'de yapılan törende, belki de son kez bir araya geldiler. Onlar; soğuk savaş döneminde Üçüncü Dünya'nın fakirlikten kurtulması ve aydınlanmasındaki engelleri yıkmak için ICTP ile güney arasında birer köprüydüler.

Asım Barut’un Türkiye’de Fiziğe Katkıları

Prof. Dr. Z. Zekeriya Aydın

Yıl 1997, Kasım ayının ilk haftasında bir toplantı nedeniyle TÜBİTAK'ın Gebze'deki Marmara Araştırma Merkezi'nde (MAM) bulunduğum güneşli sonbahar günlerinde TÜSİDE otelinden MAM'a uzanan kırlarda yürürken daha önceleri Profesör Asım Barut ile aynı patikalarda yaptığımız yürüyüşleri anımsadım; onu daima bulunmak istediği kırlarda, doğanın içinde tekrar düşünme fırsatı buldum. Türkiye'ye her gelişinde ister Edirne, ister Gebze, isterse Trabzon olsun, seminer aralarında, akşam üzerleri hafta sonları üç-beş öğrenci ve arkadaşı ile civardaki ağaçlık bölgelerde, kırlarda, varsa ormanlarda kısa ya da uzun yürüyüşler yapar; bu yürüyüşlerde yarım kalmış fizik tartışmalarını sürdürür; genellikle sohbet resime, müziğe ve tarihe kadar uzanırdı. Bu yürüyüşler sırasında Asım Bey’in fiziğin yanı sıra, ne denli derin bir sanat ve tarih bilgisine sahip olduğunu da görür; onun bu görüşlerinden de yararlanırdık.
Sürekli yurt dışında yaşamasına karşın, Türkiye ile olan bağlarını hep üst düzeyde tutan Asım Bey'in Türkiye'de fiziğin gelişmesine ve genç araştırmacıların yetişmesine çok büyük katkıları olmuştur. 1962'den başlayarak genç Türk fizikçileri ve doktora öğrencileri Colorado Üniversitesi'ne Prof. Barut'un yanına gitmişler; kendisi de kısa sürelerle Türkiye'ye gelmiştir.
Profesör Barut'un Türkiye'de işbirliğine girdiği ilk bölüm Ankara Üniversitesi Fizik Bölümü'dür. 1962'lerde doktora sonrası araştırmacı sıfatıyla Colorado'da Asım Bey'in yanında çalışan ilk Türk fizikçisi olarak Burhan Cahit Ünal'ı görüyoruz. Oradan Ankara Fen Fakültesi'ne dönen Ünal, 1966'da iki doktora öğrencisine Barut'un önerdiği birer tez konusu veriyor. Bu öğrenciler doktoralarının son kısımlarını altışar ay gibi sürelerle Prof. Barut ile Trieste'deki Uluslararası Teorik Fizik Merkezi'nde buluşarak tamamlıyorlar. O sıralarda Ankara Fen Fakültesi'nden mezun olan dört NATO bursiyeri öğrencisinden biri Colorado'ya gidiyor ve doktora çalışmalarını Barut'un yönetiminde bitiriyor. 1969 yılında bir yarıyıl süreyle Ankara Fen Fakültesi'ne misafir profesör olarak gelen Asım Barut, hem dördüncü sınıf öğrencilerine kuvantum dersi veriyor, hem de o yıllarda artık 5-6 kişi olan teorik fizik grubunu iyice araştırma havasına sokuyor.
Asım Bey 70'li yıllarda Boğaziçi Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Dicle Üniversitesi ile de benzer bilimsel ilişkiler içine girmiş; 1978'de bir sömestrliğine Boğaziçi Fizik Bölümü'ne misafir profesör olarak gelmişti.
Yaz okulu, kongre ve kollokyum gibi bilimsel etkinlikleri en çok organize eden ve bu tür etkinliklere konuşmacı olarak en çok davet edilen fizikçilerden biriydi Asım Bey. Amerika ve diğer ülkelerdekinin yanı sıra, Türkiye'de düzenlediği uluslararası bilimsel toplantıların sayısı da oldukça fazladır. 1967, 1970, 1972, 1981, 1983, 1984 ve 1989'da İstanbul'da düzenlediği NATO Yaz Okulları, 1979'da Trabzon'da düzenlediği UNESCO Matematiksel Fizik Kollokyumu, 1982'de gene Trabzon'da yönettiği bir aylık yüksek Enerji Fiziği Araştırma Okulu, Aralık 1991 ve Aralık 1993'de Edirne'de düzenlediği Uluslararası Matematiksel Fizik Konferansları ve en son Eylül 1994'te "Elektron Teorisinin Yüzüncü Yılı" adıyla düzenlediği NATO Yaz Okulu bunlardan bazılarıdır.
Profesör Barut fiziğin hemen her dalında araştırma yapmıştır. Yetiştirdiği Türk Fizikçilerinin her birini de yüksek enerji ve matematiksel fiziğin değişik problemlerine yöneltmeye çalışmıştır. Sayabildiğim kadarıyla, onbeş kadar genç Türk fizikçisiyle altmışın üzerinde bilimsel makale yayınlamıştır.
Asım Bey'in en büyük ülküsü Türkiye'de bir uluslararası araştırma merkezi kurulmasını sağlamaktı. Bunun için ne kadar uğraştığını ilgilenebilecek bürokratlara ve politikacılara kaç kez gidip geldiğini ve onlara böyle bir merkezin önemini anlatmaya çalıştığını biliyorum. Sonunda 1992'lerde Edirne'de kurulan Trakya Üniversitesi Uygulamalı Fizik ve Matematik Merkezi'ne ne kadar sevindiğini; buranın bilimsel danışmanlığını büyük bir coşkuyla kabullendiğini; yerli ve yabancı öğrencilerini oraya toplamaya başladığını, Colorado ve Trieste'deki "Bilimsel Dergah"larına bir üçüncüsü olarak da Edirne'yi katmak üzere olduğunu, 1994 sonunda Colorado'dan emekli olup Edirne'deki bu merkeze yerleşme planları yaptığını şu anda nemlenen gözlerimin önüne getiriyorum...
Fizik aşkıyla yanan bu coşkulu kalp, öğrencilerinin göğüslerinde atmaya devam etmeli; en azından bu büyük insanın anısına Edirne'deki Uluslararası Merkez tekrar canlandırılmalı, onun adına yaraşır bir konuma getirilmeli.

Profesör Barut’un Boulder Günleri

Prof. Dr. Nuri Ünal

Barut, genelde sabahın çok erken saatlerinde kalkardı. İlk yıllarda kahvaltıya çağırdığında, kaçta gelmemi istediğini sorduğumda, yanıtı "önemli değil" olurdu. Onun için genelde sabah 7.00'den önce davetlerine gitmeye çalışırdım. Bu, kendisiyle daha uzun süre konuşabilme olanağı sağlardı. Birkaç saatlik bu sürede günlük gazeteleri gözden geçirirdi.
Saat 8.00 civarında Fizik Bölümündeki odasına gelirdi. Burada, hafta içinde yürütülen etkinlikler genel olarak dört grupta toplanabilirdi. Bunlar; öğrenciler ile yürütülen etkinlikler, işbirliği yaptığı araştırmacılarla ilgili etkinlikler, seminerler ve bilimsel yazılardır. Lisans ya da lisansüstü öğrencilerle yürüttüğü etkinlikler, derslerin ön hazırlığı ve dersler, derste verilen ödevlerle ilgili öğrenci ile görüşmeleri ve başarılı bulduğu bazı lisans ya da lisansüstü öğrencileri ile yürüttüğü araştırma problemlerinin tartışmalarıdır.
İkinci gruptaki etkinliklerde Barut, ders olmadığı günlerde tüm bilimsel işbirliği yaptığı kişilerle birer birer ya da o problemle ilgilenen küçük grupla hemen her gün yahut iki, üç günde bir görüşürdü. Problem çözmenin ve eğitimin dinamik bir süreç olduğuna inanır, bu nedenle işbirliği yaptığı insanlarla sürekli bağlantısını sürdürürdü. Bu görüşmelerde problemle ilgili bir önceki görüşmeden beri ne elde edildiği, bundan sonraki basamakta nasıl bir yol izleneceği tartışılırdı. Barut, bu kadar yakın izleme yöntemi sayesinde, aynı anda birbiriyle ilgisizmiş gibi görünen birçok projeyi yürütürdü. Zaten, onun sisteminde bir problemin çözümü demek, birçok çözülmesi gereken problemin ortaya çıkışı demekti. Masanın çekmecesinde her zaman problem kartları vardı. Çözülmesi gerektiğine inanılan her problem için bir kart açılırdı. Bu problemlerin bir bölümü hala çözülmemiş olarak beklemektedir ve bunlar genellikle büyük boyuttaki bir araştırma projesinin alt parçalarıdır.
Üçüncü gruptaki etkinlikler, seminerlerdi. Bunlar iki çeşitti. Kendi araştırma grubunun haftada bir yaptığı seminerler vardı. Burada ilginç olduğuna inanılan bir problem, daha önceki bir seminerde grup elemanlarından birisine verilirdi. Bu araştırmacı problemi ve çözüm önerilerini ya da problem hakkındaki yorumlarını ortaya koyar ve ardından problem tüm boyutları ile tartışılırdı. Bu daha çok o konuda yapılan bir beyin fırtınası etkinliği idi. Ayrıca tüm bölüm öğretim elemanlarının ve lisansüstü öğrencilerinin katıldığı seminerler olurdu. Bunlara istisnasız katılırdı.
Bu üç etkinlik dışında kalan zamanında, daha çok yayına hazırlanmasını gerekli gördüğü konulardaki yazılarını tamamlardı. Barut, Colorado Üniversitesi'nde bulunduğu yaklaşık 30 yıllık dönemde ayda ortalama bir buçuk makale yazmıştı. Ayrıca editörlük ve hakemlik, onun zamanını alan önemli işlerden bir başkası idi. Boulder'da olduğu günlerde bu çalışmalar, 16.30-17.00'de biterdi. Cumartesi günleri sabahleyin fizik-matematik kütüphanesine inip son bir hafta içinde çıkan yazıları incelemekle zamanını değerlendirirdi.
Bunun dışında cumartesi öğleden sonra ve pazar günlerini daha çok kentin eteğindeki kayalık dağların doğu yakasında uzun yürüyüşler yaparak geçirirdi. Bu yürüyüşlere genellikle araştırma grubunda bulunan arkadaşları, ailesinin diğer üyeleri ve dostları da katılırdı. Bu uzun yürüyüşlerde sakin bir kafayla her türlü konuda fikir alışverişinde bulunurdu.
Colorado Üniversitesi'nde aktif olarak bulunduğu dönem, ortalama yılın üçte ikisi idi. Bu dönemde yaklaşık ayda bir dışarıya toplantıya giderdi. Yılın geriye kalan üçte biri daha çok yaz okullarının ve bilimsel toplantıların düzenlenmesi ve orada verilen derslerle geçerdi. 1960'larda Colorado Üniversitesi'nin Boulder Yaz Okulları'nın düzenleyici ve yürütücülerinden birisi idi. Daha sonra bir dönem, Trieste (İtalya) Uluslararası Teorik Fizik Merkezi'nin Başkan Yardımcılığı’nı yaptı. Bu dönemde yaz çalışmalarının merkezi Trieste olmuştur. Çok sık seyahat etmiştir. Bilimsel toplantılar, sanatsal etkinlikler onun seyahatlerinin temel nedeni idi. En son Edirne'deki Trakya Uluslararası Fizik ve Uygulamalı Matematik Merkezi'ni bir tür araştırma merkezi olarak oluşturmaya çalışmakta idi.
Barut için yaşam bir tutkuydu ve her anının her yönüyle dolu dolu yaşandığına inanmaktayım.

Farklı Zihniyette bir Teorik Fizikçi: Asım Barut (1926-1994)*

Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre

Çocukluk ve Gençlik Yılları
Çağımızın müstesna ebrû sanatkârlarından Hikmet Barutçugil'in amcası olan Âsım Orhan Barut, Sâbit ve Şerife Barut'un oğlu olarak 6 Haziran 1926 tarihinde Malatya'da doğdu. 1943 yılında liseyi Malatya'da üstün dereceyle bitirdi. Sonradan İstanbul Teknik Üniversitesi olacak olan Yüksek Mühendislik Mektebi'nin, o yıl yaptığı özel bir imtihan sonunda, ikinci sınıfına yatılı olarak girdi. Ama aynı zamanda Avrupa imtihanına da girmişti.
Bu sonuncu imtihanın sonuçları birkaç ay sonra açıklandığında İsviçre'de üniversite tahsili yapmak hakkını kazanmış olduğunu öğrendi. 1944'ün ilkbaharında kendisi gibi 30 kişilik bir öğrenci kafilesiyle, trenle Sirkeci'den Zürih'e doğru yola çıktı. Normalde 2-3 gün sürmesi doğal olan bu tren yolculuğu II. Dünya Savaşı'nın o günkü şartlarından dolayı bir aydan fazla sürdü.
Lisede Fransızca öğrenmiş olan Âsım Barut, İsviçre'de bir lisan okulunda dört ay kadar Almanca öğrendikten sonra Zürih'deki Eidgenössische Technische Hochschule'ye girdi ve elektrik mühendisliği dalında 1949 yılında mezun oldu. Zürih'de sorumlu olduğu derslerin yanında Wolfgang Pauli, Gregor Wetzel gibi teorik fizikçilerin ve Ferdinand Gonseth gibi epistemologların derslerine de devam etti. 1950-1953 arasında Denel Fizik araştırma asistanı olarak çalıştığı bu kurumda doktorasını 1952 yılında aldı. Bu arada Pierrette Gervaz ile evlendi. Daha sonra bu evlilikten Turan, Suzan ve Sibel diye üç çocuğu olacaktı.
1953-1954 döneminde bir Rockefeller bursu kazanarak Chicago Üniversitesi'nde Teorik Fiziğe yöneldi ve doktora sonrası çalışmalar yaptı. Bu arada Enrico Fermi'nin vefatından önceki en son dersine, elyazısıyla yazıp çoğalttığı notlarını dağıttığı Kuvantum Mekaniği dersine de iştirak etti ve bu derste Fermi'nin uslûbuna hayran kaldı. 1954-1955'de ABD Oregon'da Reed College'de ve 1956-1961 arasında da Syracuse Üniversitesi'nde asistan profesör olarak görev yaptıktan sonra 1962 yılında Colorado Üniversitesi'ne atandı ve bu kurumda vefatına kadar 32 yıl çalıştı.
Olgunluk Yılları
Asım Barut'un bu 32 yılı fevkalâde velûd bir dönem oldu. Gruplar Teorisi, Kuvantum Elektrodinamiği, Temel Tanecikler Teorisi, Fiziğin Temelleri ve daha birçok konuda 500'den fazla orijinal makale yazdı, 6 kitap telif etti ve 25 kadar kitabın editörlüğünü ve pekçok sayıda NATO Yaz Okulu'nun organizatörlüğünü yaptı. Foundation of Physics dergisinin editörlerinden biri olarak da pekçok genci bu konularda çalışmaya teşvik etti. Bu yaz okulları aracılığıyla da genç teorik fizikçilerinin şevkini arttırmayı başardı. Teorik Fizik alanında Citation Index'de en fazla zikredilmiş olan Türk'tür.
Asım Barut'un çalışmalarını kabaca üç grupta toplamak mümkündür. Bunlar:
1. Teorik Fiziğin temel problemleri,
2. Matematiksel Fizik
3. Yüksek enerji ve tânecikler fiziği'dir.
Bu konuların analitik bir açılımı için Prof. Dr. Burhan Ünal'ın, Asım Barut'a Karadeniz Üniversitesi tarafından verilen Fahrî Doktor pâyesinin töreni münâsebetiyle aynı üniversite tarafından, 198 Genel Yayın ve 39. Fen Edebiyat Fak. Yayını numaralarıyla bastırılmış olan Asım Orhan Barut kitapçığında 29-35. sayfalardaki 'Prof. Dr. Asım Orhan Barut'un Bilimsel Çalışmaları' başlıklı yazısına bakılmalıdır.
Asım Barut, Teorik Fizik'te daima basit modeller üzerinde çalışarak sonuca ulaşmayı ve geçerli teorilere de çoğu kez azıcık da râfızî görünüşlü alternatif teoriler kurmayı yeğleyen bir uslûba sahipti. Bu kapsamdaki bir teşebbüsü, kuvarklar değil de birbirlerine magnetik rezonansla bağlı leptonlar aracılığıyla bileşik hadron taneciklerinin bir modelini geliştirmek olmuştu. Bu model sâyesinde basit cebir denklemleri aracılığıyla bütün bilinen hadronların kütlelerinin oldukça büyük bir hassasiyetle tayin edilebileceğini de göstermişti.
Asım Barut'un diğer bir teşebbüsü de Kuvantum Elektrodinamiği'ne zâtî alan yaklaşımıydı. Bu sayede spontane emisyonların, Lamb kaymasının, elektronun jiromagnetik oranının ve hatta Unruh olayının dahi birinci mertebeden ifadeleri elde edilmekteydi. Bu teşebbüsü, onun tabiriyle, Kuvantum Elektrodinamiği'nin 'Büyük Papazları' tarafından acımasızca tenkid edilmişti.
Asım Barut bütün bu tenkidleri kabul ederken de, bunlara gereken cevapları verirken de fevkalâde mütevazi fakat vakur bir tutuma sahipti. Onun bu yapmacıksız nezâketi, sabrı, sükûneti ve vekarı bir efsaneydi. O, meslekdaşlarına olduğu kadar bütün öğrencilerine karşı da aynı tutumu izhâr eden mükemmel bir hocaydı. Kapısı öğrencilerine her zaman açıktı. Öğrencilerinin Asım Barut'a ister ödevleriyle ilgili olsun, isterse fiziğin esrarıyla ilgili olsun sordukları sorular asla cevapsız kalmazdı. Onun bu tevazuu, nezâketi ve kendisinin propagandasını yapmamasından dolayı olsa gerek internet sitelerinde hakkında tatminkâr ve ayrıntılı bilgi bulmak da, resmine rastlamak da mümkün değildir.
Trieste'deki Uluslararası Teorik Fizik Merkezi'nin kurulması aşamasında Abdüsselâm'a destek olmuş ve bu merkezle ilgisini hep canlı tutmuştu. Vefatından birkaç ay önce Eylül 1994'de NATO İleri Araştırmalar Enstitüsü adına organizatörlüğünü yaptığı "100 Yıl Sonra Elektron Teorisi ve Kuvantum Elektrodinamiği Yaz Okulu"nu Edirne'de, Yüksek Öğretim Kurulu'nun 17.02.1993 târihinde kurulmasına karar verdiği Trakya Üniversitesi Uluslararası Fizik ve Uygulamalı Araştırma Merkezi'nde gerçekleştirirken, günün birinde bu merkezin Trieste'deki Uluslararası Teorik Fizik Merkezi'nin Orta Doğu'daki bir kardeş merkezi olmasının hayallerini kuruyor ve bu düşünce onu olağanüstü heyecanlandırıyordu.
Asım Barut'un en tanınmış eserleri: The Theory of Scattering (Saçılım Teorisi), Electrodynamics and Classical Theory of Particles and Fields (Elektrodinamik ve Tâneciklerin ve Alanların Klasik Teorisi) ve Ryszard Raczka ile birlikte yazdığı Representations of Noncompact Groups and Applications (Kompakt Olmayan Grupların Temsilleri ve Uygulamalar) başlıklı eserleridir.
Hayatında kazandığı ödüllerden en değer verdiği 1982 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi tarafından kendisine verilmiş olan Fahrî Doktor unvânı ile aynı yıl kazandığı TÜBİTAK Bilim Ödülü ve TC Kültür Bakanlığı'nın 1991 yılındaki "Bilgi Çağı Ödülü" idi.
Vefatından bir süre önce aslan gibi oğlunun çığ altında kalarak vefat etmesi onu perişan etmişti. Asım Barut 5 Aralık 1994 târihinde bir zatürree sonucu henüz daha 68 yaşındayken vefat etti. Allah ganiy ganiy rahmet eylesin!
*“XX. Yüzyılda Fiziğe Yön Verenler” kitabından özet

Asım Orhan Barut (1926-1994)

Marian O. Scully
(Texas A&M University, Foundations of Physics, Vol. 28, No. 3, P. 355, March 1998)

Asım Orhan Barut was a wonderful physicist and friend. He was an outstanding researcher, publishing over 500 papers along with 6 books as author and 25 as editor... including his excellent Theory of the Scattering Matrix, his well-worn and famous Electrodynamics and Classical Theory of Particles and Fields, and his opus Representations of Noncompact Groups and Applications (co-authored with R. Raczka). He was also an accomplished lecturer... his teaching style was blackboard and chalk... something he did well and with a flair. He often would think deeply about problems and then disappear to carry out detailed calculations in support of his many interests... from the foundation of quantum mechanics to classical and quantum electrodynamics.
Asım Barut was educated at the famous Eidgenössische Technische Hochschule (ETH) in Zurich, where he received his PhD in 1952. In 1954, while in Zurich, he married Pierrette Gervaz, his partner in life. Together they had three children, Turan, Suzan and Sibel. His breadth of interests was apparent early on. He went from doing experimental physics at the ETH to a post-doc in theoretical physics at the University of Chicago in 1953. He served on the faculty of Reed College (1954), Syracuse University (1956-1961) and the University of Colorado (1962-1994), where he held many positions and received many honors, including Co-director of the Institute for Theoretical Physics and University Distinguished Research Lecturer.
Asım also directed many successful summer schools and workshops around the country and the world, ranging from the famous Boulder Summer Schools on Theoretical Physics to NATO Advanced Study Institutes on many subjects... often focusing on mathematical physics or fundamental issues. He was a sought-after speaker and lecturer who received such honors as the Turkish “Age of Sciences” Medal in 1991. But nothing meant more to him than the collaborations he enjoyed with his colleagues. Here indeed was a role model for us all. Our lieber Kollege, Professor Asım Barut, lives on in his work and in our affection.

Foundations of Physics

Volume 28, Number 3, March 1998

This issue contains invited papers in memory of and honoring Asim O. Barut (1926-1994).
An International Journal Devoted to the Conceptual Bases and Fundamental Theories of Modern Physics, Biophysics, and Cosmology. Editor: Alwyn van der Merwe. ISSN 0015-9018
Foundations of Physics, Vol. 28, Number 3, March 1998 | An International Journal Devoted to the Conceptual Bases and Fundemental Theories of Modern Physics, Biophysics, and Cosmology | This issue contains invited papers in memory of and honoring Asim O. Barut (1926-1994).

Asım Barut: A Personel Tribute

Jonathan P. Dowling
(Foundations of Physics Vol. 28, No.3, March 1998)

I met Asım Barut in the Fall of 1984 at the University of Colorado at Boulder, where I was a second-year graduate student in the Mathematical Physics PhD program. The encounter was purely happenstance; he was teaching a graduate course in statistical mechanics that I was taking that semester. Up until that time I had been concentrating on my courses in quantum mechanics and particle physics and it looked as if I was going to go into high-energy theory, perhaps even superstrings. One semester with Asım changed all that for me.
What impressed me the most was his style of doing physics, which came across clearly in that stat-mech class. He would take a simple model of a physical problem and then squeeze it for all it was worth. I was amazed by his clear and methodical approach as he took us through first the one- and then the two-dimensional Ising model of a thermodynamic spin lattice. It was this steady hand and clearness of purpose that guided all of his work. By the end of the semester, I was hooked. Abandoning superstrings forever, I asked Asım if I could do my PhD with him on the foundations of quantum electrodynamics. That began a friendship that lasted 10 years until his untimely death in 1994. Asım was a teacher, a friend and a colleague... and he had a lasting effect on me that I will never forget.
In 1986-1987, I spent a year with Asım in Trieste, Italy, at the International Centre for Theoretical Physics (ICTP), an institute of which Asım was a co-founder and a place where he spent many a summer and sabbatical. I remember that in the summer he would go every evening for a swim in the sea around the beautiful Castle of Miramare. Out he would go, paddling slowly and surely past the rocks and through the waves... and he would cover this amazingly enormous distance. I think his swimming style in the unpredictable sea mirrored his approach to theoretical physics. After the swim, we would meet at the Adriatico guest house for dinner, followed often by long discussions out on the balcony overlooking the sunset over the Adriatic Sea. We would talk about everything from physics to politics, from philosophy to religion. Asım always had a unique viewpoint and a simple way to look at things by cutting through the gobbledygook.
Asım was interested in the foundational questions of physics, in particular those of quantum mechanics and quantum electrodynamics. He served on the editorial board of this journal, Foundations of Physics, for many years. He was not afraid of looking at alternative ways of doing things, even if those ways seemed slightly heretical to the rest of the physics community. He always tried to construct simple models of seemingly complex phenomenon. He developed an alternative theory to the standard model of composite hadronic particles that was not based on quarks but rather on a simple model based on leptons bound together by magnetic resonances at short distances. Simple algebraic formulas predicted quite accurately the masses of all the known hadrons. Another area of interest, in which I helped to contribute, was to see how far one could go in understanding quantum electrodynamics without second-quantization of the electromagnetic field. In the spirit of the work of Jaynes, but far outstripping Jaynes’s neoclassical theory, the Barut self-field approach to quantum electrodynamics was able to arrive at the correct first-order expressions for spontaneous emission, the Lamb shift, the electron’s gyromagnetic ratio and even the Unruh effect.
As one might imagine, some of Asım’s work sparked quite a bit of controversy. In particular, the self-field approach to QED drew harsh criticism from some of the “high priests’’ of QED, as Asım liked to call them. In spite of this, I never saw him lose his temper or lose his way. He was kind and gentle in his recognition of their criticisms, as well as in the tone of his response. He never had an unkind word to say about anyone, in spite of the virulence of some of his critics. Kindness radiated from the man, kindness and a timeless sense of wisdom. He was a very thoughtful teacher and his door was always open to any student. Sometimes the students would ask about homework and sometimes about the nature of the universe. He would always answer clearly and with great thoughtfulness... working with the student to develop the answer. No question was ever dumb or silly to Asım.
I last saw Asım in September of 1994 in Edirne, Turkey, where I was attending one of the many NATO Advanced Study Institutes that he had organized over his career.. this one was on Electron Theory and Quantum Electrodynamics: 100 Years Later. He was very ebullient and upbeat, showing me the grounds and facilities at the International Centre for Physics and Mathematics, where the conference was being held. He was director of this new center that he had been instrumental in founding, with support that he had tirelessly lobbied from the Turkish government. Having recently retired from the University of Colorado, he had high hopes for seeing his new center through to grow and blossom into a Middle Eastern companion to the ICTP in Italy. Alas, this was not to be. He died unexpectedly a few short months later of heart failure, in Denver on December 5th, 1994. He was 68 years old.
It seems like only yesterday that I was asked to contribute an article to special issues of Foundations of Physics that was in honor of Asım’s 65th birthday. Those issues appeared in 1993. Now, five years later, I have the sad task of assembling the 35 or so wonderful papers that now appear in this special set of memorial issues of Foundations of Physics which is to honor him in death. I would like to thank all of Asım’s friends and colleagues who have contributed to make this a truly exceptional special volume that honors a truly exceptional scientist and man, our friend and colleague, Asım Orhan Barut. He will be greatly missed by us, one and all.

To The Memory Of Asım Orhan Barut

Akira Inomata

In Edirne, an ancient capital of the Ottoman Empire located near the borders to Greece and Bulgaria, exits an old train station in Karaağaç, a region surrounded by Karaağaç (Black) trees, built at the turn of the century. The brick building is symmetric and elegant; its two slim towers house the main waiting hall of the station between two wings extended to the left and right. The station is “old” because no trains arrive here any more; no rail roads remain any longer. Many years have gone by since the station has ceased to function. Yet, the structure still stands solidly without a slightest sign of yielding to the strong winds of the daily morning storms. A locomotive with the plate number reading “550220” which sits behind the building is the only visible reminder that this was once a train station. This old station is now the International Centre for Physics and Applied Mathematics of Trakya University where the Barut Memorial Conference on Group Theory in Physics was held for December 19-26, 1995.
Symmetry was the main theme of the memorial conference. Group theory is a mathematical tool that physicists use to analyse and understand symmetries in Nature. Symmetry was indeed one of the fundamental themes that Asım O. Barut pursued throughout his academic life. Admiration of symmetries is widely conspicuous and recurring in the Islamic culture. Each mosque has a symmetric exterior structure and an interior which is designed intricately by colourful geometric patterns. It is probably no accident that many physicists from Turkey, including Barut, Gürsey and İnönü, made important contributions to physics via group theory.
Symmetry entered into modern physics in relation with the invariance principle. Group-theoretically, symmetry is described as something which remains unchanged under the actions of a transformation group. For instance, the conversation of energy may be conceived as a consequence of its invariance under the time translation, representing the fact that time flow is uniform; and the rotational symmetry or the isotropy of space about a point leads to the conservation of angular momentum about the point. Wigner has pointed out that symmetry implies the presence of an irrelevant notion [1]. For a conservative system, it is irrelevant to ask when the total energy of the system is conserved. There is no preferred direction when space is isotropic. The isospin formalism was introduced after the observation that the distinction between a proton and a neutron is unimportant in a nucleus. Supersymmetry is meaningful only in an environment where the distinction between a boson and a fermion is irrelevant. In fact, symmetry has played an important role of the guiding principle in modern physics. Although geometric symmetries may have been impressed firmly in Asım’s mind since his youth, he went further beyond the static symmetries to explore new symmetries.
As observation confirms, symmetry in Nature is often imperfect. In the Chinese and Japanese culture, beauty is found when symmetry as a reality. In fact, breaking of symmetry can reveal more details of the structure. Degeneracy of the spectrum may be resolved by symmetry breaking. However, for eyes that are trained to see symmetries as perfect, broken symmetry could be seen as a defect. Amid the symmetrical culture that Asım was brought up in, he could have been compelled to look for a greater symmetry framework within which such aberrations are tolerated. More specifically, he proposed to distinguish between the kinematic symmetry for classification of particles and the dynamical symmetry in interaction of particles [2]. Then he reached the idea of the dynamical group, by which he derived the mass spectra of particles and other properties related to a composite system. He placed his faith in symmetries. He attempted to locate a symmetry group in the grand scheme and to interpret what the irreducible representations of the symmetry group may imply. His particular preference was the conformal group, SO(4,2), as a dynamical group, to cover a wide class of composite systems [3].
Asım Barut spent a considerable period of time in exploring how far he could go with the idea that elementary particles can be viewed as a composite of protons and leptons. He was not particularly antagonistic to the quark model but rather stubbornly insisted on investigating other possibilities. In 1966, an interesting conversation took place between Asım and Professor Sudarshan in the discussion session of Asım’s talk in the Milwaukee conference on Non-compact Groups, recorded in the proceedings [4]. After Asım made a comment that he did not elaborate whether or not quarks exist but he wished to interpret his results in a slightly different fashion other than in therms of the existing quarks, Professor Moffat made a remark which seemed indistinct Then, the conversation took place as follows:
Sudarshan: Could I make Moffat’s comment to read as a question to the effect: Do you believe that there are quarks?
Barut: Am I to answer to the fact that they will be found by experiments and how soon?
Sudarshan: Within the next five years?
Barut: I believe they will not be found.
Sudarshan: Would you like to make a bet of five dollars?
Barut: Yes.
Apparently Asım was not a stubborn antagonist or a cynical skeptic of the quarks, but he did not want to hold a blind belief in the quarks. Although the quark model is indeed highly plausible and the best model so far available, it is also the fact that quarks have not yet been found as isolated physical entities. Asım was courageously and openly advocating that alternative models must be investigated unless Nature rejects them. In fact, Asım was not the only person who had this attitude. Heisenberg and his collaborators made a considerable effort to investigate an alternative model.
Asım Orhan Barut was born in June 24, 1926 in Malatya of Turkey. Malatya is a city near the upper Euphrates and inhabited by the proud descendants of the Hittites who had technology of producing iron as early 15.0000 B.C. In the midst of the World War II, Asım, an adventurous teenager, left his town to Switzerland while passing through war-torn cities in Europe. Asım had a scholarship from the Turkish Government to study the engineering of rail roads [5]. However, he chose to study physics instead of engineering at the Swiss Federal Institute of Technology (ETH) in Zurich. He finished his diploma in physics in 1948 and his Ph. D. in 1952.
Asım’s first scientific paper was published in 1951 under the title “Die Laufzeit, elektronenbahnen, Kathodenfeldstärke und Potential der Raumladungsdiode für jede Anfangsgeschwindigkeit, Anfangsrischtung und Strom,” in Zeitschrift für Angewandte Mathematik und Physik 2, 35-42 (1951). This was based on his diploma work. In this paper with a lengthy title, proposed a new method to calculate, according to the abstract, “the transit times of electrons, the cathode field, the potential and the electron paths as a function of two reduced parameters alone for all values of the initial velocity and current under partial and complete space charge” by using a non-linear differential equation. This might give us an impression that at this point Asım had started his career as a theoretical and applied mathematical physicist. Surprisingly, for his doctoral thesis, Asım turned himself into a research involving experiments. His Ph.D. thesis kept in the ETH library is entitled, “Electronenoptisches und statistiches Verhalten der Gittervervielfacher.”
Asım’s stay in Switzerland was not only academically successful but also socially fruitful. Asım met a beautiful girl named Pierrette in Zurich and fell in love. He as a scholarship holder from the Turkish Government was not allowed by a provision to get married to a girl in Switzerland. Asım and Pierrette went to the New World where they got married and started to build their new life together [5]. After the World War II, the United States, as the greatest power in the world, was prosperous and open to many foreign scientists. Asım continued to move from Chicago to Syracuse, to California and finally settled in Boulder, Colorado, a town nested in the arms of the Rocky Mountains. The Baruts eventually had three children, one son and two daughters.
Asım Barut was a travelling physicist. He was constantly on the road and enjoyed attending meetings and visiting various research institutions in the world. It is not uncommon for Barut to be giving a lecture in the University of Munich on a Wednesday, then be in Ankara or Trieste on Friday in the same week. A colleague once asked Mrs. Barut, “Where is Asım now?” Her response was, “I don’t know. He could be anywhere. I would not be surprised if he was at the North Pole!” Unbeknownst to Mrs. Barut, Asım was coincidentally at a point less than a few hundred kilometres away from the North Pole, attending a conference in Finland [6].
Asım Barut’s contributions to the fields of theoretical and mathematical physics are enormous, a partial list of which can be found in an article written for Asım’s sixty-fifth birthday [7]. Asım authored or co-authored more than five hundred articles in journals and books. There are more than twenty books edited or co-edited by Barut for lecture notes and conference proceedings. He is also the author of three books [8,9,10] and the co-author of a fourth book [11]. These books are all considered as classics in modern physics. Many students and physicists have greatly benefited from these publications, of which a number of speakers have expressed their appreciation in this conference.
Asım had a large number of collaborators in the places where he travelled. Asım’s enthusiasm encouraged many young scientists throughout the world in countries that were well developed as well as ones that were not. His stimulating lectures inspired many scholars. Asım was not only respected for achieving the high level of scholarship but also admired for his charming personality and warm friendship.
Asım Barut was laid to rest on December 5, 1994 in Denver, Colorado. “But try to remember that a good man can never die. The person of a man may leave... but the best part of a good man stays. It stays forever.” The short note was inscribed with lines from The Human Comedy by Willliam Saroyan, which was sent by the Barut family in loving memory of Asım Barut. We all miss both the mind and the man.
At the opening of the conference, Mrs. Pierette Barut dedicated Asım Barut’s bronze bust, which was donated by his relatives in İstanbul, to the main lecture hall where the conference was held. In this central hall of the old trains station, the remnants of the old ticket counter could be recognized at a corner if you were to look very closely. The bronze of Asım stands at another corner gazing out appealingly as if he was once installed in an office of the station master there. A young student, walking into the hall and seeing bronze, may even think that it is the bust of a station master in the past. But, the student may not be too far wrong. Indeed, Asım, once a holder of the railroad scholarship, had returned to a railroad station which had given him the inroads to the modern world of physics. Asım had, in fact, chosen the road less travelled and had provided tickets for a new generation of young physicists to follow their dreams and inspirations.
References
[1] E. P. Wigner, Symmetries and Reflections, (Indiana Univ. Press, Bloomington, 1967) p.31
[2] A. O. Barut, in Non-Compact Groups, ed. Y. Chow (Benjamin, New York, 1996) p.1.
[3] A. O. Barut, in De Sitter and Conformal Groups and Their Applications, eds. A. O. Barut and W. E. Brittin (Colorado Assoc. Univ. Press, Boulder, 1967) p.3.
[4] Y. Chow, ed. Non-Compact Groups, (Benjamin, New York, 1996) p.22.
[5] Private conversation with Mrs. Barut.
[6] Private conversation with Mrs. Barut.
[7] A. Inomata, A. van Merwe and R. Wilson, To Asım Orhan Barut on His Sixty-Fifth Birthday, Found. Phys. 23, 173 (1994)
[8] A. O. Barut, Elektrodynamics and Classical Theory Fields and Particles, (Macmillan, New York, 1964).
[9] A. O. Barut, The Theory of the Scattering Matrix, Dynamical Groups and Generalized Symmetries, (Macmillan, New York, 1967).
[10] A. O. Barut, Dynamical Groups and Generalized Symmetries in Quantum Theory, (Univ. Canterbury Press, Christchurch, 1972).
[11] A. O. Barut and R. Raczka, Theory of Group Representations and Applications, (Polish Scientific Publishers, Warsaw, 1980).
* Tübitak Yayınları, Asım Barut Memorial Conference, 21-27 December 1995

Karadeniz Üniversitesi tarafından Asım Orhan Barut'a verilen Onur Doktorası Töreni'nde Yapılan Konuşmalar

Karadeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Lami Eser'in Konuşması

Karadeniz Üniversitesi Rektörlüğü görevini üstlenmemden kaynaklanan yoğun işlerim arasında, böylesine onur verici bir toplantıya katılmaktan kıvanç duymaktayım. Yaradılış itibariyle sürekli ve yoğun çalışmayı kendine yaşam kuralı sayan bir yönetici ve üniversite öğretim üyesi olarak, Sayın Asım Orhan BARUT’un bilimsel çalışmalarını bir Onur Doktorası ile değerlendiren üniversitemiz kurullarını burada saygı ile anıyorum.
Üniversitelerin başarı ve etkinlik düzeylerinin arttırılması, öğretim kurumları olmaktan çok, araştırma kurumları olarak gelişebilmelerine bağlıdır. Bu kural ve gerçek,ülkemiz üniversiteleri için de aynen geçerlidir. Kısa bir süre önce Karadeniz Üniversitesi adı altında ve içinde bir teknik üniversitenin de tüm niteliklerini barındıran ve büyük bir bölgeye yayılan üniversitemiz, tüm sınırlı olanaklarına rağmen bu araştırıcı niteliğini koruyabilmiştir. Bir öğretim üyesi olarak kuruluş yıllarında görev aldığım bu üniversitenin gelişmesinde Sayın Asım Orhan BARUT'un da değerli katkıları olduğunu ve bugünkü adıyla Fen-Edebiyat Fakültemizin bilimsel düzeyinin yükseltilmesinde esirgemediği emeği memnuniyetle belirtiyorum.
Üniversitemiz tüm Doğu Karadeniz Bölgesi'ne yayılan kurumlarıyla, gelecek yıllarda da araştırmaya verdiği önceliği sürdürecek, öğretimi geliştirecek, çevreyle ilgili sosyal, kültürel ve bilimsel ilişkilerini daha da verimli bir düzeye ulaştıracaktır.
Buna olan güvenimi önemle vurgularken, çeşitli güçlükler içinde yapılmış bu yöndeki tüm çalışmaları saygı ile anar, Sayın Asım Orhan BARUT'a, bilime ve üniversitemize sunduğu katkıları için teşekkürlerimi sunar, gelecekte de kendileriyle yakın işbirliği içinde olmaktan mutluluk duyacağımızı özellikle belirtmek isterim. Toplantıyı düzenleyenlere ve katılmalarıyla bu töreni onurlandıranlara teşekkür ederim.

Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yavuz Gündüzalp'in Konuşması

Bugün burada gerçekten mutlu bir olay için bir araya geldik. Ülkemizin yetiştirdiği ender değerlerden ve uluslararası düzeyde kazandığın saygınlık ile bizlere onur kaynağı olan Sayın Prof.Dr. Asım Orhan BARUT'a Fakültemizin önerisi üzerine Üniversitemizce verilmesinden büyük sevinç duyduğum "Onur Doktorası"nı biraz sonra Sayın Rektörümüz kendisine tevdi edeceklerdir.
Kuruluşundan bu yana görev almakla büyük sevinç ve onur payını sürekli taşıyacağım Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Temel Bilimler Fakültesi'nde Öğretim Üyesi ve yönetici olarak belli bir amaca varmayı amaçladım: Bu kurumu uluslararası çağdaş düzeye yaklaştırmak. Büyük merkezlere uzak bir bölge üniversitesi için böyle bir amaç ilk bakışta çok hayalci olarak görülebilir. Ancak böyle bir varış çizgisini amaçlamadan "Üniversite" olmaya yönelmenin de olanaksız olduğu açıktır.
1963 yıllarında Trabzon'un bir kenar semtinde bir ilkokul binasında çalışmaya başlayan Fakültemizin bugün ulaştığı nokta bu yolda önemli aşamalar yapıldığını gösterebilir niteliktedir. 1970 yıllarının ortalarına kadar genellikle büyükkent üniversitelerinin denetimine bırakılan ve dersleri bu üniversitelerden geçici sürelerle gelen Öğretim Elemanlanlarınca karşılanan Fakültemizde, 70'li yılların ortalarından itibaren hızlı bir gelişme başlamış ve yerleşik öğretim kadrosunun oluşturulması ile "Üniversite" olabilmenin ilk adımları atılabilmiştir. Bu yıllardan sonra bir yandan çağdaş düzeyde inceleme ve araştırmaların yapılabileceği laboratuvar ve donanımları gerçekleştirirken, diğer yandan güçlü bir öğretim kadrosu oluşturulmaya çalışılmıştır. Yeterli düzeyde özendirici önlemler sağlanamamış olmasına karşın, Fakültemizdeki gelişim, özellikle son yıllarda sevindirici düzeydedir.
Son 5 yıl içerisinde yerleşik akademik kadroda sayı bakımından büyük bir artış söz konusudur. Bu kadronun nitelik yönünden de üst düzeyde olduğunu belirtmekten ayrıca sevinç duyarım. Bugün için yeni ismiyle Karadeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi zor günleri arkada bırakmış, altyapısını büyük oranda tamamlamış sağlam bir kuruluştur. Bundan sonraki gelişimi kuşkusuz daha hızlı ve kolay gerçekleşebilecektir.
Sayın Konuklar, bilim adamı Prof.Dr. Asım Orhan BARUT'un kişiliği ve bilimsel yanı üzerinde ayrıntılı bilgiler dinleyeceksiniz. Ben bunları yinelemek istemiyorum. Burada bu onur doktorasını öneren Fakültenin Dekanı olarak sevincimi Sayın BARUT'a iletirken kullandığım bazı cümleleri yineleyerek sözümü bitirmek istiyorum: "Yöneticilik görevim sırasında size Üniversitemizce Onur Doktorluğu tevcihinde yüklendiğim işIevi meslek yaşantımın en onurlu ve sevinerek yaptığım görevlerimden biri sayıyorum.
Anadolu'nun uzak bir taşra kentinde kurulmuş bulunan, klasik-yerleşik Türk Üniversitelerinin durağan yapısından ayrılarak, çağdaş, dinamik ve araştırıcı bir üniversite olma çabasındaki Karadeniz Teknik Üniversitesi'nin, Temel Bilimler Fakültesi olarak bu girişimlerimizle gerçek bir bilim adamına gereken saygının gösterilmesinde ve hakedilen onurlu yerin verilmesinde öncülük etmenin gururunu taşımaktayız. Bu duygulara bugün ve yeniden büyük bir heyecanla katılarak hepinize saygılar sunarım.

Fizik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Abak'ın Konuşması

Bu konuşmamda Sayın Hocam Prof.Dr. Asım Orhan BARUT'un Türk fizikçilerini birleştirici yanı üzerinde duracağım. Asım Hocamızın bilimsel çalışmaları üzerinde durmaya gerek görmüyorum, çünkü bunu bu kitapçıktaki yayın listesinden ve bu yayınların uluslararası düzeyde olmasından kolayca görmek olasıdır. Ayrıca yayın listesi dikkatlice incelenirse Hocamızın ne kadar üretken olduğu da kolayca görülebilir.
Fizik, Matematik ve Kimya gibi Temel Bilim alanlarında bireysel çalışmak yerine gruplar halinde çalışmanın daha yararlı olduğu bugün adeta bir ilke haline gelmiştir. Prof.Dr. Asım Orhan BARUT bu ilkeye bağlı kalmış ve bunun bir sonucu olarak ülkemiz üniversitelerine ve başka ülke üniversitelerine pek çok bilim adamının yetişmesinde doğrudan veya dolaylı katkıda bulunmuştur. Buna örnek olarak Diyarbakır Dicle Üniversitesi ile Ankara Fen Fakültesi'ndeki fizikçiler gösterilebilir. Asım Bey'in Üniversitemize ve Türkiye'nin diğer üniversitelerine önemli bir katkısı daha vardır: Türkiye Üniversitelerinde Uluslararası Yaz Okulları düzenlemek. Bu tür yaz okullarının bilim adamları arasında geniş ölçüde bilgi alış-verişine neden olduğunu hepimiz kabul etmekteyiz.
Konuşmamı bitirirken Sayın Prof.Dr. Asım Orhan BARUT'u kutlar, Üniversitemize katkılarının devamını diler, Hocamızın bu onurlu gününe katkıda bulunan Üniversitemiz ve Fakültemiz yöneticilerine yürekten teşekkür ederim. Hepinizi saygı ile selamlarım.

Dayım Asım Barut’a

Sevil Alpaydın

Bütün iyi, doğru, güzel kelimeler toplanın yanıma.
O’na ilk şiir benden, dizilin sağıma, soluma.
Tanıyan onu anmalı, tanımayan tanımalı,
Gençler onu örnek alıp, bayrağını taşımalı.
Batıdan yeşerdi lâkin, onun kökleri doğudan,
Neler yetişirmiş, bakın, mozaik Anadolu’dan,
İlim ile arkadaştı, hilm ile kalplerden taştı,
Sabırla o, yıllar boyu aşılmayanları aştı.
Onu bilinmezler itti, önce kendini eğitti,
Saçlar da ağardı ama, nice imanlar diriltti.
Allah sevdiği kuluna, ilmini de sevdirirmiş,
Umut yükler, ellerine el, gözlerine fer olurmuş.
Görsem veya hatırlasam, sonsuz mutludur gözü,
Dünyada da, ahirette de, her zaman gülsün yüzü.